Tarih Öncesi Uygarlıklar І
Tarih öncesi
uygarlıklar dediğimizde anlamamız gereken şey aslında yazının meydana çıkmadığı
dönemler olmalıdır. Arkeologlar ve tarihçiler yazının icadı ile başlayan
çağlara "Tarihsel Çağlar" adını vermişlerdir. Bu nedenle yazının
bilinmediği çağlara da tarih öncesi çağlar denmektedir. Arkeolojik veriler bize
yazının aynı dönemde paralel olarak iki farklı yerde İ.Ö 3000 civarında
ortaya çıktığını göstermiştir. Bu yerler Mezopotamya ve Mısırdır. Dolayısıyla
bizler büyük ölçüde İ.Ö 3000'den daha eski olan çağları anlatacağız. Bu
çağlar genel olarak; Taş Dönemi, Bakır Dönemi, Tunç Dönemi ve Demir Dönemi
olarak dört kategoride incelenmektedir.
Anadolu'da Taş Çağı ( İ.Ö 600.000-5.500 )
Anadolu'da Taş Çağı İ.Ö 600.000 ile 5.500 arası gibi uzun bir dönemi kapsamaktadır ve kendi içerisinde üç bölüme ayrılır. Bu bölümler;
- Eski Taş Çağı
- Orta Taş Çağı
- Yeni Taş Çağı
1- Eski Taş Çağı ( İ.Ö 600.000-10.000 )
Bu yarım milyonluk çağda düşünen hayvan olarak tanımlanan insanın yavaş
yavaş geliştiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Bu çağda insan henüz üretimin ne
olduğunu keşfetmiş değildi. İnsan sadece doğada buldukları ile yetiniyordu,
erkekler büyük hayvanların avlanması için çabalıyor, kadınlar ise bitkiler topluyor
ve küçük boylu yakalayabildikleri hayvanları avlayarak besin ihtiyaçlarını
karşılıyorlardı. Hiç kuşkusuz insanın medeniyet aşamasındaki en büyük
buluşlarından bir tanesi ateştir. Ateş; Eski Taş Çağının ilk dönemlerinde yani
insanın alet yapıp bu aletleri kullanmaya başladığı ilk dönemde insan
tarafından fark edilip kullanılmaya başladığı düşünülüyor. Bu çağın
sonlarına doğru ilk dönem aletleri olan balta ve bıçak gibi aletlerin yanı
sıra mızrak uçları ve iğneler gibi birçok aletin yapıldığı da gelişimin
sürdüğünün bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz ateşin
keşfinden sonra bu çağdaki en önemli keşif taşınabilir ateştir. Yani insanlar
iki çakmak taşının birbirine sürtmesi sonucu ateş elde edebilmeyi
keşfettiklerinde hayatları farklı bir noktaya doğru evrimleşmiştir. Bu noktadan
itibaren insanlar yaşadıkları bölgedeki mağaraların duvarlarına oldukça başarılı
duvar resimleri yapmışlar ve farklı materyallerden (Ör: fildişi veyahut
boynuzlar) minik heykeller yapmışlardır. Yapılan Arkeolojik kazılar sonucunda
bulunan birçok mezar içerisinde gömülü olan kişinin yanına kullandığı bıçak
gibi objeler ile birlikte yiyecekler de konulmuştur. Arkeologlar bu uygulama
insanın ölümden sonrasının da var olduğuna ilişkin inancının o günlere kadar dayandığının
bir göstergesi olduğunu düşünüyor.
Resim -1- Karain mağarasında bulunan aletler
2- Orta Taş Çağı ( İ.Ö. 10.000-8.000 )
Orta Taş Çağını Eski Taş Çağından ayıran en belirgin
özelliklerin başında yapılan aletlerin detaylandırılması gelir. Yapılan aletler
daha işlevseldir ve daha ince ayrıntılı olarak düşünülmüştür. Bunun yanı sıra
tespit edilen bir diğer özellik ise köpeğin ilk evcil hayvan olarak insanın
hayatında yerini almasıdır.
3- Yeni Taş Çağı ( İ.Ö. 8.000- 5.500 )
İnsanlığın yerleşik
hayata geçememesi uygarlaşmanın önündeki en büyük engellerden birisiydi. Modern
insan dünya üzerinde dolaşmaya başladığından itibaren uzun bir süre yerleşik
hayata geçememiştir. Ta ki İ.Ö 8.000’lerde uygarlığa ilk adımlarını atana dek. Dünyanın
birçok bölgesinde hemen hemen aynı dönemden kalma yerleşim yerleri gün yüzüne
çıkarıldı. Fakat bunların içerisinde en çok bilinenleri hiç kuşkusuz
Çatalhöyük, Çayönü ve Köşk Höyüktür. Bu yerleşim yerlerinin gün ışığına
çıkarılması çok önemli bir isim olan Halet Çambel sayesinde olmuştur. Halet Çambel'in
ardından Mehmet Özdoğan ve Wulf Schirmer kazıları devam ettirip
detaylandırmıştır. Her ne kadar Çatalhöyük çok önemli olsa da tarihsel olarak
Çayönü Çatalhöyükten bir adım öndedir. Çünkü Çayönü kazı alanında yapılan C14
testleri bizlere Çayönü'nün İ.Ö 7.250 yılına dayandığını gösterdi. Çayönü
yerleşimi modern dünya gibi ortasında bir meydan, meydanın etrafında dikdörtgen
anıtsal yapılar ve bunlara paralel olarak evlerin yer aldığı bir yerleşim yedir.
Aynı zamanda Çayönü sakinleri Anadolu'nun en eski çiftçileri arasındadır ve
hatta en eskileridir. Bu insanlar buğdayın nasıl yetişeceği, nasıl hasat
edileceği ve hasat edilmiş buğdayların nasıl işleneceğini de biliyorlar. Çayönü
yerleşkesinde yaşayan insanlar sadece tarım konusunda ileride değillerdi. Aynı
zamanda bu insanlar hayvancılık konusunda da gelişim sağlamışlardı. Çay önülüler
ilk olarak köpeği evcilleştirmiş ardından koyun ve keçileri yarı evcil olarak
beslemeye ve kullanmaya başlamışlardır.
Çayönü yerleşim
yerinin ardından gelen en önemli yerleşim yeri Çatalhöyüktür. Çatalhöyük
üzerinde yapılan araştırmalar İ.Ö 6.500-5.500 yılları arasında varlığını
sürdüğünü ve uygarlık olarak Çayönü yerleşiminden daha ileride olduğunu gözler
önüne sermiştir. Çatalhöyükte Çayönü yerleşkesinden farklı olarak sanat eseri
diyebileceğimiz nitelikte kabartmalar ve freskler yapılmıştır. Bu eserlerde
insan ve hayvan resimleri, dans sahneleri, av sahneleri ve en önemlisi de
dünyanın en eski doğa manzarası resmi yer almaktadır. Bu doğa manzarası bir
yanar dağı tasvir etmektedir. Arkeologlar bu tasvirin Çatalhöyük yerleşimine
çok yakın olan Hasan Dağı'nın bir tasviri olduğunu düşünüyorlar.
Çatalhöyük kazıları bizlere bazı konularda çok önemli
bilgiler verdi. Çatalhöyükte evlerin mimarisi günümüzden biraz farklıdır. Bu
evlerin kapıları yoktur. İnsanlar ağaçtan yapılmış bir merdiven ile evin
çatısına çıkıp, çatıdaki bir bölmeden içeriye girmektedirler. Bu mimari tasarım
insanları hem yırtıcı hayvanlardan hem de düşmandan korur niteliktedir.
Bir diğer dikkat çeken husus bu cesetlerin yanında boğa kafası ya da
sadece boğaya ait boynuzlar da bulunmuştur. Birçok arkeolog bu boğa kafalarının
ve boynuzlarının Çatalhöyük insanlarının boğaya taptığını işaret ettiğini söylüyor
olsa da bazı arkeologlar aslında boğa figürünün gerçek anlamının patlamış olan
Hasan Dağını işaret ettiğini savunuyor. Çünkü Çatalhöyüklü insanların Hasan
Dağının patlaması ile karşı karşıya kaldığı düşünülüyor. Bir volkanik dağ
patladığı zaman, dağın tepesi ikiye ayrılır ve bu yarıktan kızgın kırmızı lav
aşağıya doğru akar ve önüne ne geliyorsa yok eder. Aynı şekilde eğer canlı boğa
figürünü gözünüzde canlandıracak olursanız üstte iki tarafa ayrık biçimde duran
boynuzlar boynuzların oval olarak aşağıda birleşimi ve birleştiği yerin hemen
altından dışarıya doğru çıkmış kırmızı bir dil. Bu bağlamda bakılacak olursa o
dönemin insanları boğayı sinirli bir cezalandırıcı tanrı olarak gördükleri
Hasan Dağının yaşadıkları çevredeki cezalandırıcısı olma ihtimali olasıdır.
Çatalhöyük
kazılarında gün ışığına çıkan bir diğer şeyde o dönemin dini inancıydı. Evlerin
içinde kerpiçten sedirler yapılıyor ve bu sedirler birçok amaç için
kullanılıyor. Bu sedirlerin üzerine eşyalar konulabiliyor, oturulabiliyor,
yatmak için döşek serile biliyordu. Bunların haricinde bir kullanımı daha vardı
bu içi boş kerpiç sedirlerin. Bu kullanım, o evde yaşayan insanın ölümünün ardından
ceset güneşte kurutuluyor, kurumuş olan ceset getirilip bu sedirin içerisine
gömülüyordu. Sedirin içerisine kurumuş ceset ile birlikte ona hediyeler de
konuluyordu, bir sedirin içerisinde cesedin yanında obsidyenden yapılmış ayna
da arkeolojik buluntular arasında yer almaktadır.
Resim -3- Çatalhöyük de bulunan mezar ve Boğa Kafaları
Bunların yanı sıra
yapılan kazılardan elde edilen verilere göre Anadolu da asıl tapılan varlık
bizlerin daha sonralarda adını öğrendiğimiz "tanrı ana" dır. Tanrı
ana insan için bereket ve çoğalmayı sembolize eder. Çatalhöyükte yapılan
kazılarda birçok tanrı ana heykeli bulunmuştur. Tanrı ana heykelleri daima
çıplak bir kadın figürüdür. Farklı pozisyonlarda, oturuyor ve yatıyor olarak
yapılmış olsa da en yaygın olarak doğum yapma haliyle tasvir edilmiştir. Bu da
bize insanlığın sürekliliğini sağlayan. bereket ve çoğalmasının sembolü olarak
tasvir edilip tapınıldığını anlatmaktadır.
Resim -4- Tanrı ana Heykelleri
Kaynakça:
- Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi,2002
- Annalee Newitz, Incredible discovery of intact female figurine from neolithic era in Turkey, 2016
Yorumlar
Yorum Gönder